GERUNDS
- İsimfiiller-Mastarlar
- Okunma Sayısı: 1035
GERUNDS
-
Bir gerund ya da Infinitive, cumlede isim gibi islev goren fiildir. Cumle icinde isimlerin kullanıldığı ozne, nesne vb. durumunda kullanılır.
Gerund, bir fiil kokune "-ing" takısının eklenmesiyle elde edilir: swimming, reading, playing football, having to get up early, etc.
Swimming is my favourite sport. |
Yüzmek en sevdiğim spordur. |
|
I like reading contemporary books. |
Çağdaş kitapları okumayı severim. |
|
Having to get up early won't bother me at all. |
Erken kalkmak zorunda kalmak beni hiç rahatsız etmez |
-
Infinitive ise fiilin basına "to" getirerek ya da fiili yalın haliyle kullanarak elde edilir: to learn English, to climb the mountain, to be able to speak English fluently, etc.
It isn't so difficult to learn English. |
İngilizce öğrenmek o kadar zor değildir. |
|
To climb to the top of the mountain won't be easy. |
Dağn zirvesine tırmanmak kolay olmayacak. |
|
To be able to speak English fluently is desired by every learner. |
İngilizceyi akıcı konuşmak her öğrenci tarafından arzulanmaktadır. |
-
Gerund ile present participle arasındaki ayrıma dikkat ediniz.Gerund "-ing" takısı ile bir fiil kokunden elde edilmis isimdir.
Swimming can help you to lose weight. |
Yüzmek kilo vermene yardımcı olabilir. |
Present participle ise fiilin, surerliklik bildiren tense'lerle cekimlenirken "-ing" takısı almasıdır.
The children are swimming in the sea. |
Çocuklar denizde yüzüyorlar. |
GERUNDS = İSİM FİİLLER
GERUND AS SUBJECT OF A SENTENCE = BİR CÜMLENİN ÖZNESİ OLARAK İSİM FİİLLER
-
Gerund, bir cumlenin ya da bir yan cumlenin oznesi olarak kullanılabilir. Bu ozne tek bir sozcukten (simple gerund: swimming, reading, etc.) ya da bir sozcuk grubundan (gerund phrase: listening to the news, having the necessary qualifications, etc.) olusabilir.
Reading is essential to broaden one's horizons. |
Okumak bir kişinin ufkunu genişletmek için şarttır. |
|
Cooking is my mother's favourite job. |
Yemek pişirmek annemin en sevdiği iştir. |
|
Teasing animals is cruel. |
Hayvanları kızdırmak zalimcedir. |
|
Having to work hard all the time can strain one's nerves. |
Her zaman çalışmak zorunda olmak kişinin sinirlerini zorlayabilir. |
|
Eating too much makes people fat. |
Çok fazla yemek yemek insanları şişmanlatır. |
|
I think that eating a balanced diet will help you to slim down healthily. |
Bence dengeli bir şekilde yemek yiyerek diyet yapmak senin sağlıklı bir şekilde kilo vermene yardımcı olur. |
|
She soon realized that living in a foreign country was rather distressing. |
Yabancı bir şehirde yaşamanın üzücü olduğunu çok geçmeden fark etti. |
-
Bir cumlenin oznesi gerund ise, yuklemi tekil bir fiilden olusur: is, was, does, etc. Ancak, iki gerund and ile bağlanıyorsa, o oznenin icinde birden fazla oğe bulunduğu icin, yuklem coğul bir fiilden olusur: are, were, do, etc.
Being interested in books is a good quality. |
Kitaplarla ilgilenmek iyi bir özelliktir. |
|
Giving severe punishments to children Is unfair. |
Çocuklara büyük ceza vermek insafsızcadır. |
|
Swimming and running are my favourite sports. |
Yüzmek ve koşmak benim en sevdiğim sporlardır. |
|
Ironing and washing the dishes are the most boring jobs for me. |
Ütü yapmak ve bulaşıkları yıkamak benim için en sıkıcı işlerdir. |
-
İki gerund but ya da or ile bağlanıyorsa, yine tekil fiil alır.
Living in the same house but not sharing the household duties shows her irresponsibility |
Aynı evde yaşayıp ev işlerini paylaşmamak onun sorumsuzluğunu gösterir. |
|
Reading a book for a while or listening to slow music provides relaxation after a hard day's work |
Zorlu bir iş gününün ardından bir kitap okumak ya da hafif müzik dinlemek rahatlama sağlar. |
|
Walking but not running is advisable to those who are suffering from heart diseases |
Koşmak değil de yürümek kalp hastalığı bulunanlar için tavsiye edilir. |
-
Gerund'ı olumsuz yapmak icin basına not getirilir.
Not being aware of the facts can't be regarded as an excuse. |
Gerçeklerin farkında olmamak bir bahane olarak kabul edilemez. |
|
His not wanting to come with us surprised us all. |
Onun bizimle gelmek istememesi bizi şaşırttı. |
|
The government's not taking strict measures against the increasing interest rates will destroy our economy. |
Hükümetin artan faizlere karşı bir önlem almaması ekonomimize zarar verecek. |
GERUND AS SUBJECT COMPLEMENT BİR KONU TAMAMLAMACI OLARAK İSİMFİİLLER
Bir gerund be fiilinden sonra gelerek ozneyi tanımlayan bir sozcuk ya da sozcuk grubu olabilir.
My biggest problem at work now is having to deal with too many people every day. |
Benim şuan işteki en büyük sorunum bir çok insanla uğraşmak zorunda kalmak. |
|
Their favourite pastime is watching television. |
Onların en sevdiği eğlencesi televizyon izlemektir. |
|
Her biggest dream is having a more affectionate mother. |
Onun en büyük hayali daha şefkatli bir anneye sahip olmaktır. |
|
The main quality needed in this job is being polite all the time. |
Bu işte ihtiyaç duyulan temel nitelik her zaman kibar olmaktır. |
GERUND AS DIRECT OBJECT DOĞRUDAN NESNE OLARAK İSİMFİİLLER
-
Bazı fiilller, kendilerinden sonra gelen fiili gerund biciminde alırlar. Gerund bu cumlelerde nesne olarak islev gorur.
I'm afraid I have to delay going on holiday. |
Korkarım tatili ertelemek zorunda kalacağım. |
|
I enjoy walking by the sea very much. |
Deniz kıyısında yürüyüş yapmaktan çok zevk alırım. |
|
You can go out when you've finished doing your homework |
Ödevini yapıp bitirdikten sonra dışarı çıkabilirsin. |
Bu sekilde yaygın olarak kullanılan fiiller sunlardır:
anticipate |
tahmin etmek |
keep |
tutmak |
appreciate |
minnettar olmak |
mean |
anlamına gelmek |
avoid |
çekinmek |
mention |
anmak |
can't help |
yardım edememek |
mind |
demek istemek |
can't stand |
dayanamamak |
miss |
özlemek |
complete |
tamamlamak |
postpone |
ertelemek |
consider |
tavsiye etmek |
practise |
uygulamak |
contemplate |
düşünmek |
recall (remember |
hatırlamak |
delay |
geçiktirmek |
Recollect(remember) |
hatırlamak |
deny |
reddetmek |
recommend |
tavsiye etmek |
detest |
tiksinmek |
resent |
tekrar göndermek |
discuss |
tartışmak |
remember |
hatırlamak |
dislike |
beğenmemek |
resist |
direnmek |
enjoy |
sevmek |
risk |
risk etmek |
excuse* |
suçlamak |
stop |
bırakmak |
finish |
bitirmek |
suggest |
önermek |
imagine |
hayal etmek |
understand* |
anlamak |
-
* Yanında yıldız olan fuller gerund'dan once iyelik sıfatı kullanmayı gerektirir.
I will excuse his coming late. |
Onun geç gelmesini hoş göreceğim |
|
I don't understand your leaving so early. |
O kadar erkenden ayrılmanı anlamıyorum. |
He admitted stealing his mother's silver tray but denied selling it for drugs. |
O annesinin gümüş tepsisini çaldığını itiraf etti ama uyuşturucu sattığını inkar etti. |
|
I appreciate being with friends. |
Arkadaşlarla olmaktan zevk alıyorum. |
|
He avoided looking at me while I was criticizing him. |
Onu eleştirirken bana bakmaktan kaçındı. |
|
I cant help feeling sorry for them when I see small children in the street begging for money. |
Sokakta para için yalvaran bir çocuk gördüğümde onlar için üzülmekten kendimi alamıyorum. |
|
I excused her taking my dress without my permission. |
Onun benim iznim olmadan elbisemi almasını hoş gördüm. |
|
I miss our gathering round my grandmother and listening to her war stories. |
Anneannemin etrafına toplanıp onun anlattığı savaş hikayelerini dinlemeyi özledim. |
|
They had to postpone giving a party because of the car accident their son had. |
Oğullarının geçirdiği kaza yüzünden parti vermeyi ertelediler. |
|
In order to improve your English, you should practise speaking it whenever possible. |
İngilizce’ni geliştirmek amacıyla mümkün olan her zaman konuşarak pratik yapmalısın. |
|
You have to quit eating too much if you want to lose weight. |
Kilo vermek istiyorsanız çok fazla yemek yemeyi bırakmalısınız. |
|
I don't recall meeting you before. |
Seninnle daha önce tanıştığımı hatırlamıyorum |
|
I resented not receiving an invitation to the party. |
Partiye davet edilmemek gücüme gitti. |
|
Though she is on a strict diet, she sometimes can't resist eating dessert. |
Sıkı bir diyette olsa da tatlı yemeye karşı koyamamaktadır. |
|
You risk losing all your money in that business. |
Bu işte bütün paranı kaybetme riskine girersin. |
|
I suggest going for a walk instead of playing cards here. |
Burada iskambil oynamak yerine yürüyüşe gitmenizi öneririm. |
|
My parents won't tolerate lying. |
Ailem yalan söylenmesine müsamaha göstermeyecektir. |
-
The Possessive + Gerund İYELİK SIFATI + İSİMFİİL
Bir gerund'ın onunde iyelik sıfatı (possessive adjective: my, your, his, our, All's, my father's, my sisters', etc.) kullanılır. Ancak gunluk dilde possessive yerine object pronoun da kullanılır:
me, you, him, Ali, my father, my sisters, etc.
Formal: I will never forgive Jack's scolding me in public. I will never forgive his scolding me in public. |
Jack'in beni ortalıkta azarlamasını asla affetmeyeceğim. Onun beni ortalıkta azarlamasını asla affetmeyeceğim. |
|
Informal: I will never forgive Jack scolding me in public. I will never forgive him scolding me in public |
Jack'in beni ortalıkta azarlamasını asla affetmeyeceğim. Onun beni ortalıkta azarlamasını asla affetmeyeceğim. |
Bir gerund'ın onunde iyelik sıfatı (possessive adjective: my, your, his, our, All's, my father's, my sisters', etc.) kullanılır. Ancak gunluk dilde possessive yerine object pronoun da kullanılır: me, you, him, Ali, my father, my sisters, etc.
Bir gerund'ın onunde possessive kullanıldığı zaman, genellikle anlamda bir değisme olur.
I admit being guilty. |
Suclu olduğumu kabul ediyorum. Suclu olan ve kabul eden: ben |
|
I admit his being guilty.
|
Onun suçlu olduğunu kabul ediyorum Kabul eden: ben, suçlu olan: o |
|
I dislike interrupting people working very hard. |
Yoğun bir şekilde çalışan insanların işini bölmekten hoşlanmıyorum. |
|
I dislike your interrupting people working very hard. |
Yoğun bir şekilde çalışan insanların işini bölmenden hoşlanmıyorum. |
GERUND AS THE OBJECT OF A PREPOSITION = BİR EDATIN NESNESİ OLARAK İSİM FİİLLER
-
Bir preposition'dan sonra isim gelir. Bu nedenle bir preposition'dan sonra gelen fiil de gerund bicimindedir
I'm interested in music, (noun) I'm interested In listening to music, (gerund phrase) |
Müzikle ilgileniyorum. Müzik dinlemekle ilgileniyorum. |
|
She is afraid of the dark. She is afraid of going out in the dark. |
Karanlıktan korkar. Karanlıkta dışarı çıkmaktan korkar. |
|
I object to his proposal. I object to doing the job as he proposed. |
Onun önerisine karşı çıkarım. İşin onun önerdiği gibi yapılmasına karşı çıkarım. |
|
I'm looking forward to my holiday. I'm looking forward to having my holiday soon. |
Tatil için sabırsızlanıyorum. Yakında tatile gideceğim için sabırsızlanıyorum. |
Son iki ornekte, "to" dan sonra gerund kullanımına dikkat ediniz. Bu orneklerde "to", infinitive'in bir bolumu değil, preposition'dır ve kendisinden sonra bir gerund gelir.
I want a book on pollution. I want to read a book on pollution. |
Çevre kirliliği ile ilgili bir kitap istiyorum. Çevre kirliliği ile ilgili bir kitap okumak istiyorum. |
|
I object to her offer. I object to having the meeting at such a late hour. |
Onun teklifine karşı çıkıyorum. Bu kadar geç bir saatte toplantı yapılmasına karşı çıkıyorum |
Yukarıdaki orneklerden birincisinde, "want" in kendine ait bir preposition'ı yoktur. Bu nedenle kendinden sonra direk nesne alır (want a newspaper, want a job, etc.) Ancak "want' tan sonra fiile gecerken "to" ile gecilir, yani to + infinitive gelir, (want to buy, want to sleep, etc.) İkinci ornekte ise "to" "object' fiiline bağlı bir preposition'dır. Bu nedenle, "object" ten sonra bir nesneye gecerken de "to" kullanılır. Fiil ise gerund biciminde gelir.
-
Preposition'ı "to" olan yapılar
be accustomed to |
I'm accustomed to Turkish coffee. I'm accustomed to drinking Turkish coffee. |
Türk kahvesine alışık değilim. Türk kahvesi içmeye alışık değilim. |
|
be used to |
I'm not used to heavy clothes. I'm not used to wearing heavy clothes. |
Gösterişli giysilere uygun değilim. Gösterişli giysiler giymeye uygun değilim. |
|
look forward to |
I look forward to your letter. I look forward to receiving a letter from you. |
Senin mektubun için sabırsızım. Senden bir mektup alacağıma sabırsızım. |
|
be opposed to |
I'm opposed to excessive spending on cosmetics. I'm opposed to spending excessively on cosmetics. |
Makyaj malzemelerine aşırı para harcanmasına karşıyım. Makyaj malzemelerine aşırı para harcamaya karşıyım. |
|
object to/have an objection to |
I have an objection to the plan. I have an objection to carrying out the plan in this way |
Benim plana itirazım var. Ben planın bu şekilde yürütülmesine karşıyım. |
|
prefer something to doing something |
I prefer tennis to basketball. I prefer playing tennis to playing basketball. |
Tenisi basketbola tercih ederim. Tenis oynamayı basketbol oynamaya tercih ederim. |
|
In addition to |
In addition to jeans, she bought lots of other things. In addition to buying jeans, she bought lots of other things. |
Kot pantolona ilaveten bir sürü şey satın aldı. Kot pantolon satın almaya ilaveten bir sürü şey satın aldı. |
-
"Preposition + Gerund" yapısını uc bolumde inceleyebiliriz.
1. Verb + Preposition + Gerund FİİL+EDAT+İSİMFİİL
2. Adjective + Preposition + Gerund SIFAT+EDAT+İSİMFİİL
3. Noun + Preposition + Gerund İSİM+EDAT+İSİMFİİL
-
Verb + Preposition + Gerund FİİL+EDAT+İSİMFİİL
Bir preposition ile birlikte kullanılan fiilleri iki gruba ayırabiliriz.
Verb + Preposition + Gerund = FİİL+EDAT+İSİMFİİL
abstain from |
He now has to abstain |
from |
drinking alcohol. |
|
|
Artık onun içkiden uzak durması gerekiyor. |
|||
apologize for |
He apologized |
for |
being late. |
|
|
Geç kaldığı için özür diledi. |
|||
adjust to |
You will have to adjust |
to |
eating English meals when you go there. |
|
|
Oraya gittiğinizde İngiliz yemekleri yemeye alışmanız gerekecek. |
|||
approve/disapprove of |
Do you approve |
of |
her staying out so late. |
|
|
Bu kadar geç kalmasını onaylıyor musun? |
|||
argue about |
Last night, we argued |
about |
her staying out so late? |
|
|
Dün gece onun bu kadar çok geç kalmas hakkında tartışmıştık. |
|||
believe in |
I really believe |
In |
working hard for world peace. |
|
|
Dünya barışı için gerçekten çok çalışılması gerektiğine inanıyorum | |||
care about |
Do you care |
about |
being well-dressed? |
|
|
İyi giyinmeyi önemsiyor musun? |
|||
comment on |
I don't want to comment |
on |
his solving the problem. |
|
|
Sorunu çözmesi hakkında yorum yapmak istemiyorum. |
|||
complain about |
He always complains |
about |
having too much work. |
|
|
Her zaman çok fazla iş yapmaktan şikayet eder. |
|||
concentrate on |
You have to concentrate |
on |
improving your grammar. |
|
|
Dil bilginizi geliştirmeye konsantre olmalısınız. |
|||
consist of |
Being a good student consists |
of |
studying regularly |
|
|
İyi bir öğrenci olmak düzenli çalışmakla olur. |
|||
deal with |
I want to deal |
with |
redecorating the house. |
|
|
Evi yeniden dekore etmekle uğraşmak istiyorum. |
|||
decide against |
Seeing the cold weather, we decided |
against |
going on a day out. |
|
|
Soğuk havayı görünce dışarı çıkmamaya karar verdik. |
|||
depend on (upon) |
Passing the exam depends |
on |
your studying hard . |
|
|
Sınavı geçmek, sıkı çalışmanıza bağlıdır. |
|||
dream of |
He has always dreamed |
of |
being a famous actor. |
|
|
Hep ünlü bir aktör olmayı hayal etmiştir. |
|||
feel like |
I feel |
like |
having a short trip. |
|
|
Kısa bir yolculuk yapmak gerek gibi hissediyorum. |
|||
forget about |
She is trying to forget |
about |
being deceived by him. |
|
|
Onun tarafından aldatıldığını unutmaya çalışıyor. |
|||
insist on |
Do you still insist |
on |
wearing that funny tie? |
|
|
Hala o komik kravatı takmakta ısrar ediyor musun? |
|||
look forward to |
What are you looking forward |
to |
doing most? |
|
|
En çok ne yapmaya can atıyorsunuz? |
|||
object to |
Why do you always object |
to |
my wearing jeans? |
|
|
Neden her zaman kot pantolonuma karşı duruyorsun? |
|||
participate in |
I want to participate |
in |
formulating the budget. |
|
|
Bütçenin oluşturulmasına ortak olmak istiyorum. |
|||
plan on |
What do you plan |
on |
doing this weekend? |
|
|
Bu hafta sonu ne yapmayı planlıyorsun? |
|||
refer to |
In his speech, the chairman referred |
to |
expanding the firm into the Middle East |
|
|
Başkan konuşmasında firmanın Ortadoğu'ya açılmasından bahsetti. |
|||
take advantage of |
We should take advantage |
of |
living in a big city. |
|
|
Büyük bir şehirde yaşamanın avantajlarından yararlanmalıyız. |
|||
talk about |
Last night, we talked |
about |
economizing to keep up with the increasing prices. |
|
|
Dün gece artan fiyatlara ayak uydurmak için ekonomiden bahsettik. |
|||
think about/of |
She is thinking |
about |
spending a year in England to improve her English. |
|
|
İngilizcesini geliştirmek için İngiltere'de bir yıl geçirmeyi düşünüyor. |
|||
succeed in |
Are you sure you'll succeed |
In |
persuading your father? |
|
|
Babanı ikna etmekte başarılı olacağına emin misin? |
|||
worry about |
Don't worry |
about |
my working so hard. |
|
|
Bu kadar çok çalıştığım için endişelenme. |
B. Verb + Object + Preposition + Gerund FİİL+NESNE+EDAT+İSİMFİİL
accuse someone of |
They accused |
the man |
of |
robbing the bank. |
|
|
Adamı bankayı soymakla suçladılar. |
||||
apologize to someone for |
She apologized |
to me |
for |
being late. |
|
Geç kaldığı için benden özür diledi. |
|||||
arrest someone for |
They arrested |
the guard |
for |
helping the robbers. |
|
|
Soygunculara yardım ettiği için gardiyanı tutukladılar. |
||||
blame someone for |
I blamed |
her |
for |
making me late. |
|
|
Beni geciktirdiği için onu suçladım. | ||||
charge someone with |
They will charge |
him |
with |
falsifying the accounts |
|
|
Onu hesaplarla oynamakla suçlayacaklar | ||||
complain to someone about |
I complained to |
the owner |
about |
hassling us for the rent. |
|
|
Ev sahibi hakkında kira için bizi rahatsız ettiği için şikayette bulundum. | ||||
congratulate someone on |
I congratulated |
him |
on |
being the top student. |
|
|
En iyi öğrenci olduğu için kendisini tebrik ettim. |
||||
deter someone from |
|
The storm deterred |
the climbers |
from |
going on their climb. |
|
Fırtına, dağcıları tırmanmaya gitmekten caydırdı. |
||||
devote oneself to |
She devoted |
herself |
to |
bringing up her children. |
|
|
Kendini çocuklarını büyütmeye adadı. |
||||
discourage someone from |
Someone discouraged |
her |
from |
entering the beauty contest. |
|
|
Birisi onu güzellik yarışmasına girmekten vazgeçirdi. |
||||
forgive someone for |
I can't forgive |
him |
for |
lying to me. |
|
|
Bana yalan söylediği için onu affedemem. |
||||
involve someone in |
They didn't involve |
their father |
in |
fighting their rivals. |
|
|
Rakipleriyle kavga etmeye babalarını dahil etmediler. |
||||
keep someone from |
By speaking too loudly, they kept |
me |
from |
studying. |
|
|
Çok yüksek sesle konuşarak beni ders çalışmaktan alıkoydular. |
||||
prevent someone from |
What prevented |
him |
from |
leaving on holiday? |
|
|
Tatile gitmesine ne engel oldu? |
||||
punish someone for |
You shouldn't punish |
him |
for |
stealing his candy. |
|
|
Şekerini çaldığı için onu cezalandırmamalısın. |
||||
stop someone from |
Her attitude stopped |
me |
from |
making friends with her. |
|
|
Tutumu, onunla arkadaş olmamı engelledi. |
||||
suspect someone of |
They suspected |
him |
of |
betraying his partners. |
|
|
Ortaklarına ihanet ettiğinden şüpheleniyorlardı. |
||||
thank someone for |
I want to thank |
them |
for |
helping me to find some accommodation. |
|
|
Kalacak yer bulmama yardım ettikleri için onlara teşekkür etmek istiyorum. |
||||
warn someone about |
We warned |
the children |
about |
going too near the lake. |
|
|
|
Gölün çok yakınına gitmeme konusunda çocukları uyardık. | |||
warn someone against |
We warned |
the children |
Against |
playing too near the lake. |
|
|
Gölün çok yakınında oynamamaları konusunda çocukları uyardık. |
Bu fiiller passive durumda cok sık kullanılır.
They accused the man of robbing the bank. The man was accused of robbing the bank. |
Adamı bankayı soymakla suçladılar. Adam bankayı soymaktan suçlandı. |
|
The doctor warned me against smoking so heavily. I was warned against smoking so heavily. |
Doktor beni sigara içmeye karşı çok ciddi şekilde uyardı. Sigara içmeye karşı çok ciddi uyarıldım. |
|
They discouraged her from going abroad for her education. She was discouraged from going abroad for her education. |
Onu yurt dışına eğitim için gitmekten vazgeçirdiler. O yurt dışına eğitim için gitmekten vazgeçirildi. |
|
The customers blame me for delaying their orders. I am blamed by the customers for delaying their orders. |
Müşteriler siparişleri geciktiği için beni suçladılar. Müşteriler tarafından siparişlerini geciktirmekle suçlandım. |
|
They suspected the man at the corner of being a thief. The man at the corner was suspected of being a thief. |
Köşedeki bir adamı hırsız olmakla suçladılar. Köşedeki adam bir hırsız olmakla suçlandı. |
|
She devoted herself to providing every possible advantage for her children. She was devoted to providing every possible advantage for her children. |
O kendisini çocukları için her türlü yararı sağlamaya adamıştır. O çocukları için her türlü yararı sağlamaya adanmıştı. |
2. Adjective + Preposition + Gerund= SIFAT+EDAT+İSİMFİİL
-
Pek cok sıfat bir preposition ile birlikte kullanılır ve bu preposition'dan sonra bir isim ya da gerund gelir. Sıfatlarla cumle kurarken yaygın olarak kullanabileceğimiz fiiller sunlardır: be, seem, appear, remain, look, become, get, feel.
Your younger son seems very good at drawing. |
Sizin küçük oğlan çizimde çok iyi görünüyor. |
|
Are you interested in taking photographs? |
Fotoğraf çekimiyle ilgileniyor musun? |
|
Though I tried to comfort her, she remained concerned about not hearing from her son. |
Onu teselli etmeye çalışmasına rağmen oğlundan haber olmamasından endişeliydi. |
|
You are certainly capable of doing much better work. |
Kesinlikle çok fazla iş yapma yeteneğine sahipsin. |
|
After the resignation of the manager's secretary, Mrs. Brown became responsible for carrying out her duties. |
Müdürün sekreterinin istifasının ardından Mrs. Brown onun görevlerini yürüten sorumlu oldu. |
-
Bu sekilde yaygın olarak kullanılan sıfatlar sunlardır:
accustomed to |
alışkın |
good at |
iyi |
afraid of angry |
kızmaktan korkan |
grateful to sb. for |
birine minnettar |
at appropriate |
uygun |
feel guilty for/about |
suçlu hisseden |
for ashamed of |
utanan |
be guilty of |
suçlu |
aware of bored |
sıkıldığının farkında |
incapable of |
aciz |
with capable of |
yetenekli |
interested in jealous |
kıskançlıkla ilgili |
concerned about |
hakkında endişeli |
of keen on lazy |
tembelliğe düşkün |
content with |
ile mutlu |
about opposed to |
e karşı |
delighted at |
memnun |
proud of |
ile gurur duyan |
different from/to/than |
den farklı olan |
responsible for |
den sorumlu |
essential to/for |
için gerekli |
similar to |
e benzer |
excellent at |
ede mükemmel |
sorry about |
için üzgün |
excited about |
hakkında heyecanlı |
successful in suitable |
başarılı |
exposed to |
e maruz |
for sure of (about) |
birşeye emin |
famous for |
ünlü |
surprised at terrified |
dehşetle şaşkın |
fed up with |
bıkkın |
of tired of (from) used |
maktan yorgun |
fond of |
düşkün |
to (accustomed to) |
meye alışkın |
generous about/in |
cömert |
worried about happy about |
hakkında /hakkında endişeli |
-
Tired of, bir seyden bıkmak, sıkılmak anlamına gelir. (=bored with, fed up with) Tired from, bir isten dolayı yorulmak anlamındadır.
I'm tired of waiting for the bus to come. Let's go with taxi |
Otobüsün gelmesini beklemekten sıkıldım. Hadi taksiyle gidelim. |
|
I think I'm getting old. I'm beginning to feel tired from working so hard. |
Sanırım yaşlanıyorum. Çok fazla çalışmaktan yorgun hissetmeye başladım. |
-
Good at kullanımına benzer sekilde bad at, hopeless at, brilliant at, quick at, slow at gibi yapılar da kullanabiliriz.
She is quite quick at writing compositions in English but rather slow at speaking. |
İngilizce kompozisyon yazmak konusunda oldukça hızlıdır ama konuşmakta oldukça yavaştır. |
|
You can rely on that carpenter. He is brilliant at doing his job. |
Bu marangoza güvenebilirsiniz. O işinde çok başarılı. |
-
Be/get used to doing (be/get accustomed to doing) ile gecmisteki alıskanlıklarımızı ifade ettiğimiz "used to do" kalıbı arasındaki ayrıma dikkat ediniz.
I'm used to drinking coffee as soon as I get up in the morning. |
Sabah kalkar kalkmaz kahve içmeye alışkınım |
|
The job seemed rather difficult to me at first, but soon I got used to working there. |
Önceleri iş bana oldukça zor geldi ama kısa surede orada çalışmaya alıştım. |
|
You will have to get used to doing your chores on your own when you leave your family. |
Ailenden ayrılınca islerini kendi basına yapmaya alışmak zorunda kalacaksın. |
|
She has been used to Iiving alone since her husband's death. |
Kocasının ölümünden beri yalnız yasamaya alışkın. |
|
My mother used to do my chores for me when I lived with them, but after I left my family, I had to do them by myself. |
Ailemle birlikte otururken işlerimi annem yapardı.Ama sonra ailemden ayrıldım ve kendim yapmak zorunda kaldım. |
|
I used to smoke more when I was at university, but now I smoke less. |
Üniversitedeyken daha çok sigara içerdim ama şuan daha az içiyorum. |
|
She used to be quite slim before she got married. |
Evlenmeden önce oldukça zayıftı. |
-
Noun + Preposition + Gerund = İSİM+EDAT+İSİMFİİL
Bazı isimler kendilerinden sonra bir preposition + gerund yapısıyla kullanılırlar. Bazıları da hem kendinden once hem de kendinden sonra preposition alabilirler. Bu sekilde yaygın olarak kullanılan yapılar sunlardır:
on account of |
Yüzünden |
in (the) case of |
durumunda |
*difficulty in |
sıkıntı/güçlükk çekmek |
in addition to |
ilaveten, yanı sıra |
*in charge of |
ile yükümlü |
*in danger of |
tehlikesiyle karsı karsıya |
in exchange for |
karsılık olarak |
excuse for |
mazereti olmak |
in favour of |
lehinde olmak, taraftar olmak |
for fear of |
korkusuyla |
*in the habit of |
alışkanlığında olmak |
in return for |
karsılık olarak |
instead of |
yerine |
interest in |
ilgisi olmak |
in the course of |
sırasında, esnasında |
in the middle of |
ortasında |
need for |
gereksinimiyle |
reason for |
nedeni |
for the sake of |
hatırı için, uğruna |
in spite of |
rağmen |
technique for |
tekniğiyle |
the point of |
nın gereği, |
*on the point of |
yapmak üzere olmak |
-
Bu kalıplan kullanırken, gerund'un basında possessive adjective (my, your, his, etc.) yaygın olarak kullanılır. (Basında yıldız bulunan yapılarla possessive kullanılmaz.)
I'm not in favour of your going abroad for education. |
Senin yurt dışına eğitim için gitmeni desteklemiyorum. |
|
In exchange for your taking the time to help me, I want to do something for you. |
Bana yardım etmek için ayırdığın zaman karşılığında ben de senin için bir şey yapmak istiyorum. |
|
I have a great interest in his singing. |
Onun şarkı söylemeye büyük ilgisi var. |
-
The point of, bir seyi yapmanın gereği, anlamı demektir ve daha çokk olumsuz bicimde kullanılır (bir gereği/anlamı yok).
The road is winding. I don't understand the point of your driving so fast. |
Yol virajlı, bu noktada o kadar hızlı araç sürmenin gereğini anlamıyorum. |
Bu yapı there is kalıbıyla, "there is no/isn't any point in doing' biciminde de kullanılır.
There is no point in waiting for him any more. He won't come. |
Onu daha fazla beklemenin anlamı yok.Gelmeyecek. |
On the point of doing, "be about to do" (...yapmak uzere olmak) anlamındadır.
I was on the point of leaving home when the phone rang. |
Telefon çaldığında evden ayrılmak üzereydim. |
|
I was about to leave home when the phone rang. |
Telefon çaldığında evden ayrılmak üzereydim. |
-
Have difficulty In, preposition almadan da kullanılır ve yine, kendinden sonra gerund alır. Difficult'm onunde no, little, less, much, more, great gibi sozcukler kullanarak, zorluğun derecesini azaltabilir ya da coğaltabiliriz. Have difficulty ile aynı anlamda ' have trouble/have a hard time/have a difficult time doing something yapılarını da kullanabiliriz.
I had great difficulty (in) finding a flat at a price I could afford. |
Paramın yeteceği bir daire bulmakta zorluk yaşadım. |
|
You will have no difficulty/won't have any difficulty (in) answering the questions about the prepositions if you learn all of them by heart. |
Eğer edatların hepsini ezberlersen soruları yanıtlarken zorluk yaşamazsın. |
We were late for the concert on account of your taking too much time to get dressed. |
Giyinmenin çok fazla zaman alması yüzünde konsere geciktik. |
|
I can only afford to look after myself now, but in (the) case of my parent's needing any help, I'd go short myself. |
Şuan sadece kendime bakmaya gücüm yetiyor ama ailemin herhangi bir şeye ihtiyacı olması durumunda aniden kendim giderim. |
|
In addition to working in an office during the day, she is attending English courses in the evenings. |
Gün boyu ofiste çalışmasının anında akşamları İngilizce kursuna katılıyor. |
|
You are in charge of meeting the customers and making them feel comfortable. |
Müşterilerle görüşmekle ve onların rahatını sağlamakla görevlisiniz. |
|
You are in danger of losing all your money. |
Tüm paranı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyasınız. |
|
In exchange for borrowing this book from you, I can lend you one of mine. |
Sizden bu kitabı ödünç almak karşılığında kendiminkini ödünç verebilirim. |
|
Do you have a good excuse for being late? |
Geç kalman konusunda iyi bir bahanen var mı? |
|
I'm in favour of taking strict measures against drunken driving. |
İçkili araç kullanmaya karşı katı önlemler alınmasından yanayım. |
|
We went in quietly for fear of waking the others at home. |
Evdeki diğer yaşayanları uyandırma endişesiyle sessizce gittik. |
|
I'm not in the habit of going to bed very late. |
Çok geç yatmaya alışık değilim. |
|
Will you get anything in return for helping them? |
Onlara yardım etmek karşılığında bir şey alacak mısın? |
|
Let's watch the film on TV instead of playing cards. |
İskambil kağıdı oynamak yerine televizyonda film izleyelim. |
|
She has a great interest in learning about other cultures. |
Diğer kültürleri öğrenmekte büyük ilgisi vardır. |
|
There was great chaos in the course of the minister's speaking to the public. |
Bakanın ulusal konuşması sırasında büyük bir kaos vardı. |
|
When they heard a sound like a bomb exploding, the professor stopped speaking right in the middle of giving his lecture. |
Onlar bomba gibi bir patlama sesi duyduklarında profesör konferansta yaptığı dersin ortasında konuşmayı bıraktı. |
|
Can you tell me what is the need for your working so hard? |
Bana söyleyebilir misin neden bu kadar çok çalışmaya ihtiyacın var? |
|
The reason for his not being able to get up early is that he goes to bed very late. |
Çok geç yatmasından dolayı erkenden kalkamamaktadır. |
|
Everybody must do whatever they can for the sake of realizing world peace. |
Dünyadaki barışı sağlamak uğruna herkes elinden geleni yapmak zorundadır. |
|
She's having difficulty (in) making ends meet in spite of earning a. big salary. |
Yüksek maaş almasına rağmen geçinmekte zorluk yaşamaktadır. |
|
If you want to improve your writing skills, you should learn the techniques for writing good paragraphs. |
Yazma yeteneğinizi geliştirmek istiyorsanız ,paragraf yazma tekniklerini iyi öğrenmelisiniz. |
|
I don't see the point of buying a second car. We share the present one with no problems. |
İkinci bir araba almaktaki amacı anlayamıyorum. Sorunsuzca şuankini paylaşırız. |
|
They were on the point of leaving the office when it started to rain heavily. |
Onlar tam ofisten ayrılmak üzereyken aşırı derecede yağmur başladı. |
EXPRESSIONS + GERUND = DEYİM+İSİMFİİL
-
It's no use/It's no good ... (... bir yararı yok)
It's no use trying to conceal what you have just done. I saw you. |
Yaptıklarını gizlemeye çalışmanın bir yararı yok. Seni gördüm |
|
It's no good trying to persuade my father. He won't allow me to come with you. |
Babamı ikna etmeye çalışmanın bir yararı yok. Seninle gelmeme izin vermeyecektir. |
-
There Is no point In ... (... bir anlamı yok)
There is no point in running for the train. It must have left by now. |
Tren için koşmanın bir anlamı yok . O şuan gardan ayrılmış olmalı. |
|
There was no point in waiting for him in front of the cinema after the film had started, so I went in. |
Film başladıktan sonra onu sinemanın önünde beklememin bir anlamı yoktu. Bende içeri girdim. |
-
It's worth .../It's not worth ... (... yapmaya değer/... yapmaya değmez)
I don't think it's worth mending this pullover. It's already worn-out. |
Bu kazağı tamir etmeye değeceğini düşünmüyorum. Zaten yıpranmış. |
|
This book isn't worth reading. Its plot is nonsense. |
Bu kitap okumaya değmez.Kurgusu saçma. |
-
A waste of time/money/energy ... (... zaman/para/enerji kaybı)
It's a waste of money buying more things than you need. |
İhtiyacından fazla şey satın almak para kaybıdır. |
|
It's a waste of time trying to do all this work by yourself. You can ask for help. |
Bütün işi kendi başına yapmak zaman kaybıdır. Yardım isteyebilirsin. |
-
Spend/waste (time, money, energy) ... (... yaparak vakit gecirmek/para, enerji harcamak/ vaktini, enerjini, parayı bosa harcamak)
Yesterday, I spent the whole day cleaning the house. |
Dün bütün gün ev temizleyerek vakit geçirdim. |
|
He usually spends hours trying to repair things. |
Genellikle eşyaları tamir etmeye saatler harcar. |
|
You waste a lot of time watching those ridiculous series on TV. |
Bu saçma dizileri izlemeye çok fazla zaman harcıyorsun. |
-
Without doing ... (... yapmadan, ... yapmaksızın)
Don't go out without putting on your coat. It's rather cold outside. |
Üstüne palto giymeden dışarı çıkma.Dışarısı oldukça soğuk. |
|
I was really surprised when she went past me without greeting me. |
Bana selam vermeden geçip gittiğinde gerçekten çok şaşırmıştım. |
-
By doing ... (... yaparak) By doing, temel cumledeki eylemi nasıl yaptığımızı acıklar.
She passed the university exam by studying very hard. |
Çok fazla ders çalışarak üniversite sınavını geçti. |
|
I'm very short of time. I can only catch the bus by running fast. |
Zaman konusunda çok yetersizim.Otobüse sadece hızla koşarak yetişebiliyorum. |
|
Because it can't speak, a baby makes its needs known by crying. |
Çünkü konuşamıyor.Bir bebek ihtiyaçlarını sadece ağlayarak anlatır. |
-
Go + gerund Pek cok aktivite, ozellikle sportif olaylar, icin go + gerund kullanılır:
go shopping |
alışveriş yapmak |
go hiking |
dağa tırmanmak |
go swimming (go for a swim) |
yüzmek |
go hunting |
avlanmak |
go running (go for a run) |
koşmak |
go sightseeing |
geziye gitmek |
go camping |
kamp yapmak |
go skating |
patenle kaymak |
go fishing |
balık tutmak |
go skiing |
kayak yapmak |
I went shopping yesterday, so I wasn't at home in the afternoon. |
Dün alışveriş yapmaya gittim yani öğleden sonra evde değildim. |
|
My husband and my son are very fond of catching fish, so they often go fishing along the Bosphorus. |
Kocam ve oğlum balık yakalamaya çok düşkündür.Sık sık boğazda balık tutmaya giderler. |
-
Busy doing something (birseyi yapmakla mesgul olmak)
In this season, the peasants are very busy harvesting their crops. |
Bu mevsimde köylüler mahsüllerini hasat etmekle çok meşguldürler. |
|
Don't disturb her. She's busy compiling the information for her graduation thesis. |
Onu rahatsız etme.Bitirme tezi ile ilgili bilgi derlemekle meşgül. |
Busy'den sonra direk bir isim geliyorsa, isimden once with kullanılır.
She is busy with her homework. |
O ödeviyle meşgul. |
|
They are busy with their financial problems these days. |
Onlar bugünlerde kendi maddi sorunları ile meşguller. |
-
Have fun/have a good time doing
We had fun telling each other our childhood memories. |
Birbirimize çocukluk anılarını anlatırken eğlendik. |
|
My sister in England says in her letter that she is having a good time there visiting interesting places and meeting people from various cultures. |
İngiltere’deki ablam mektubunda iyi zaman geçirdiğini ilginç yerleri ziyaret ettiğini ve çeşitli kültürlerden insanlarla tanıştığını söylüyor. |
-
Sit/stand/lie + expression of place + gerund
After the guests left, I lay in bed reading until I got sleepy. |
Konuklar gittikten sonra uykum gelene kadar yatakta uzanarak okudum. |
|
I stood there, in front of the cinema, waiting in vain for him to come. |
Orada sinemanın önünde boşu boşuna onun gelmesini bekleyerek dikildim . |
|
After breakfast, father usually sits in his armchair reading the newspaper. |
Kahvaltıdan sonra babam genellikle koltuğunda oturup gazete okur. |
THE PERFECT GERUND
Yuklem ile gerund'ı, gerceklestikleri zaman acısından karsılastırdığımızda, eğer gerund yuklemden once gerceklesmisse, simple gerund (doing) yerine perfect gerund (having done)
kullanabiliriz.
The thief admitted that he had stolen the car.( [Arabayı calmıs olması (had stolen), yuklemden (admitted) daha once gerceklesmistir.] |
Hırsız arabayı çaldığını itiraf etti. |
|
The thief admitted stealing/having stolen the car. |
Hırsız araba çaldığını itiraf etti. |
|
At the court, the headmaster denied hitting/having hit the child. |
Mahkemede okul müdürü çocuğa vurduğunu reddetti. |
|
He was accused of embezzling/having embezzled a large sum of money into his own account. |
Büyük meblağda parayı zimmetine geçirmekten suçlandı. |
|
I appreciated your helping/having helped me. |
Bana yardımından dolayı sana minnettarım. |
Perfect gerund kullanımı admit ve deny fiilleri ile yaygındır. Diğer fiillerle simple gerund tercih edilir
THE PASSIVE GERUND
Passive'in temel kuralı be + past participle (be done) olduğu icin, kendinden sonra gerund alan fiiller, bu passive yapıyı being done biciminde alır.
I have been invited to the party. I appreciate this. I appreciate being invited to the party. |
Partiye davet edildim.Buna minnettarım. Partiye davet edilmekten minnettarım. |
Bu kullanımlarda yuklemin active, gerund'm passive olduğuna dikkat ediniz.
She insists on our telling her the truth whatever it is. |
O ne olursa olsun doğru söylediğine ısrar ediyor. |
|
She insists on being told the truth whatever it is. |
O ne olursa olsun doğru söylemiş olduğuna ısrar ediyor. |
|
I don't enjoy being asked personal questions. |
Ben kişisel sorular sorulmasından hoşlanmam. |
|
You can't go to a party without being Invited. |
Partiye davet edilmeden gidemezsin. |
|
Being the son of a very rich man, he is in danger of being kidnapped. |
Çok zengin bir adamın oğlu olduğundan kaçırılma tehlikesi ile karşı karşıyadır. |
|
He is justly proud of being elected chairman. |
Seçilmiş başkan olmanın gururunu yaşamaktadır. |
|
For fear of being attacked, she avoids going out alone after dark. |
Saldırıya uğrama korkusuyla karanlıkta yalnız gitmekten çekinir. |
|
I resented not being invited to the wedding. |
Düğüne davet edilmemekten rahatsız oldum. |
|
I can't stand being told what to do. |
Ne yapılacağının söylenmesine katlanamıyorum. |
|
I don't recall being informed about this case. |
Bu durumdan haberdar olduğumu hatırlamıyorum. |
Perfect gerund'm passive bicimi icin having been done kullanılır.
The man denied being involved/having been involved in the robbery. |
Adam soyguna karışmış olduğunu yalanladı. |
|
She went to the party without being invited/having been invited. |
Davet edilmeden partiye gitti. |
|
I don't recall being told/having been told about this case before. |
Bu durumdan haberdar edilmiş olduğumu hatırlamıyorum. |
|
She doesn't seem interested in being given/having been given a reward for her work. |
Çalışmasına ödül verilmiş olmasına ilgili gözükmüyor. |